kendi göbek bağını kesen ne çığlıklar savurdu onu doğuran dağa dağ olmak için taşlara tutunmayı öğrendi… katı bir yürek taşıyordu hislerini taşıyan nehir buharlaşıp uçuyordu insancıkların düşleri… arkasından konuşan kuşlara döktü içini kime ağzını açsa sağır taklidi yapıyordu…
yaralı cümleler
yaralı cümleler yaralı cümlelerim ile sardım yalnızlığımın kuytusundaki sahipsiz hikâyeyi… sürekli kendi kıyıma vurdum içsel yolculuğumdaki yol arkadaşımı avuturken… kara sakallı bilgeler yurduna uğradım ayık düşüme bakıp gerçek gömüyü bulduğumda… derdimi anlatırken çok kanadım gülden cümlelere
çıplak
bir vardı bir yoktu
hoş geldin
hoş geldin hoş geldin merhabasız yağmurum… kentin suçlarına dağların sırlarına ortak olanım… saçlarımdan damla damla akarken ağarır suspus derbeder yanım… büyük bir gümbürtüyle yıkılır göğüs kafesimde bencilleşen ülke… hoş geldin umarsız çocukluğum… oyunlarımın senaryolarıyla oyuncak sepetinde yitirdiğim anılarım… dedikodular bulvarında
düpedüz şiir
(düpe)düz şiir horozunu kesmiş bir şehrin sessizliğinde uyanıyor beni var eden kızıl düşüm çocukluk anılarım ayağıma dolaşıyor boyum uzuyor bir anda, musluğa yetişiyorum akıtıyorum içimde büyüttüğüm nehri kayboluyorum anlam yüklediğim sularda kayık mı evet bir kayık var yakınımda biniyorum
mıh
mıh arkamda alacaklı defteriyle koşturup durur esnaf çırağı geçmişim önümde sarkan dallarıyla sarıp sarmalar umut ağacı geleceğim ben yırtık zamanı diken işini bilenlerin topraklarında mülteci kör terzi gezinirim gündüzün düşünde dokunurum sevdanın duvarlarına elimde yerçekimine direnen
sadece şiir sadece sen
sadece şiir sadece sen ayık gördüğüm rüyaları ağırlıyorum gerçeklerin asık suratlı tokluğunda… bir dedikodu yükseliyor evin içinde kendimden şüphe ediyorum yokluğunda… üstü kirli çocukluk anılarımı kucaklıyorum yaşlanmış asi umutların çokluğunda… dilimde kafası güzel bir şarkı binlerce yılın mirası
başıboş şiirlerin yalnızlığı
başıboş şiirlerin yalnızlığı tüketiyorum kafası güzel günleri mülteci hisler meyhanesinde içiyorum ölü uyandıran içkisini yas tutar gibi düğün evinde… günde üç öğün seni düşlüyorum aç geleceğim ve tok geçmişimle tüm rezil sırlarımı mühürlüyorum kasıntı cümlelerimin eşliğinde… yaşanmışlıklarım
uykusunu arayan gece
uykusunu arayan gece biter gündüzün emanet saatleri yeşertir kuru, gölgesiz gerçekleri… başucumda ağırlarım her acıyı izlerim anılar kentinin yangınını… darağacında tatava yapmayandım gevezeliğimi yapraklarla sakladım… sus diyor, ölüm döşeğindeki dede saçarım sırlarımı delik cümlelerle… karanlıktan