elbette gördüm üstündeki yırtık düşlerin pelerini ile şehri avuçlarına alarak koşuyor korkak masal kahramanlarını yere seriyor erik dalında asılı kalmış çocukluğum ömür penceresinden dalarak izliyor telaşların sokaklarda çarpışmasını özgür çıkıp parya olarak dönen kendini uzaklarda arayan gençliğim
yakında tüm kitapçılarda
iki satır
sevda küresinin yolcusu
sevda küresinin yolcusu kitap arasında kuruttum hasretin savurduğu güzü vuslatı anlatan şiirleri düşen yapraklara yükledim yeniden keşfediyorum senli cümleleri okudukça kayboluyorum yokluğunda ne de olsa sevda küresinde yolcuyum uzaklaştıkça yakınlaşıyorum sana ayazda kalmış yetim ezgiler de titrer
uslanmak yok
sabahın körü
sabahın körü düşü olmayan da uyanıyordu ulak olan suyu avuçlayarak kirli işlere bulaşmış gerçekleri umarsızca yüzünün coğrafyasına saçıyordu… amacı olmadan adımlayarak yolları aynı gündüzü binlerce kez yaşadı binlerce kez aymazlığın ufkundan battı ve kendinden sıkılmadan her sabah canlı
çeyrek aklımla
çeyrek aklımla yuvasından düşen yavru umuttum düştükçe kendimi kendimle avuttum tutunacak dal bulamasam da dünden miras kalan çeyrek aklımla dertlerin en güzeline tutuldum… tatavanın tavasında pişmemiş sözcüktüm dilden dile düştüm de oracıkta öldüm samimiyetsiz sohbetlerle gömdüler ama anlam
barışa koşan savaş atı
pazar miskini
imgemsin
imgemsin hasret rüzgârları getirir kokunu şiirden baharları yaratan eşsiz çiçeğimsin kucağını açar dağlarımın doruğu kavuşmayı bıkmadan anlatan imgemsin… ayaklarıma takılır saçtığın sözcükler karanlık cümlelerde açan güneşimsin dalı kırık olsa da kanatlanır gülüşler asık suratlı ormanı kuşatan imgemsin…